
Gökşen Anıl Ulukuş*
Nüfusunun ciddi bir bölümünü Türklerin meydana getirdiği sınır komşumuz İran’da üç aydır süregelen eylemler meyve veriyor. 1908 yılında Osmanlı’nın ilerici kadroları tarafından bir meşrûtiyet devrimi yapılmıştır. Osmanlı’dan iki sene evvel de İran’da 1906 meşrûtiyet devrimi yapılmıştır. 1923’e gelindiğinde ise Anadolu’da, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde modern Türkiye Cumhuriyeti kurulurken İran’da da bizden iki sene sonra modern İran sloganıyla Rıza Pehlevi başa gelmiştir. Ancak Türkiye’de laik, demokratik, milli bir devlet inşa edilmişse de bu süreç İran’da başarılamamıştır. Bu sürecin Türkiye’de başarılı olup, İran’da başarısız olmasının sebebi ise yönetimi ele alan Rıza Pehlevi’nin devrimci karakterinin olmayışıdır. Atatürk’ün de “Padişah” olabilecek kuvveti varken cumhuriyet inşa edip cumhurbaşkanı olmasına karşın Rıza Pehlevi “Şah” ünvanını kendisine layık görerek, kendi saltanatını kurmuştur. Bunun yanı sıra harf devrimi gibi radikal modernizasyon hamlelerine cesaret edememiştir. Kendisinin Almanya ile, oğlu Muhammed Rıza’nın ise İngiltere ve ABD ile kurduğu ittifaklar (!) ittifakın ötesinde bir boyutta yürümüş ve İran’ın ulusal bağımsızlığı şahlar tarafından sağlanamamıştır. Pehleviler dönemindeki bu yanlışlıkların yanı sıra din-devlet-toplum ilişkilerinde Türkiye kadar sağlıklı bir altyapı kuramamışlardır. Türkiye’nin oluşturduğu üniter milli devlet anlayışı ile pek benzemeyen Fars Milliyetçiliği anlayışları ise büyük nüfuslara ve tarihi zenginliklere sahip Fars olmayan etnisitelere karşı ulusal temelde birleşmeye yönelik değil, adeta savaş açmaya yönelik oluşmuştur.
Tüm bunların toplamının sonucu olarak 1979’da Şah devrilmiş ve çalınan bir devrim ile İran, günümüze kadar süren 43 yıllık faşizan, karanlık bir rejim ile yönetilmektedir. Rejimin ilk yıllarında, Şah’a karşı direniş ile olgunlaşan ideolojik ve aydın halk kitleleri katledilmiştir. Bu katliamlar neticesinde İran içerisinde filizlenen tüm ideolojik taraflar sindirilmiştir ve devamlı olarak bu yıldırma faaliyetleri rejim tarafından hâlâ uygulanmaktadır. Ancak rejim kendini uçurumdan atacak kadar yanlış bir hamle ile dengeleri kendi aleyhinde değiştirmiştir. İdeolojik gruplara yaptığı işkenceler yalnızca siyasi çevrelerde yankı bulurken, rejim sıradan İranlıları karşısına alma hatasını yapmıştır. Mahsa Amini’nin ölümü ile başlayan olaylar zinciri aslında rejim ile rejim karşıtı ideolojik grupların kavgası değildir. Bu olaylar rejim ile işinde gücünde olan sıradan İran halkının kavgasıdır. İdeolojik grupların eylemsel ve teorik birikimleri ile halk protestoları hemhal olunca da ortaya rejimin karşısında kuvvetli bir direniş çıkıyor.
ran’daki direnişi baştan beri takip etmeye çalışıyorum. Gördüğüm manzaralar içerisinde benim için iki kırılma anı mevcut. Bunlardan birincisi; başı açık bir şekilde, değneklerle yürüyen yaşlı bir kadının slogan atarak yürümesi oldu. Muhtemelen ömrünün son dönemlerini yaşayan bu kadının sokağa çıkma amacı kendisini doğrudan ilgilendiren talepler değildir. Bu kadın, mollaların kendisinden çaldığı 43 yılın hesabını sormak ve torunundan da 43 yıl çalınmasını önlemek için sokaktadır.
İkincisi ise; lise öğrencisi İranlı genç kızlar, sınıflarında bulunan Humeyni ve Hamaney portrelerini indirip ayaklarının altına alıyorlar. Başka bir videoda ise liseye gelip konuşma yapan Besiç yetkilileri protesto ediliyor. Buralardan anladığımız kadarıyla İran rejimi artık kendi sosyolojisini yaratması gereken devlet okullarında bile sosyolojisini yaratamıyor. Lise öğrencisi genç kızlar da “bunu yaparsam mezun olunca iş bulamam” korkusu yaşamadan bu eylemler yapabiliyor. Çünkü “ya rejim gidecek, ya ben gideceğim” düşüncesi hakim. Mevcut İran rejimi artık Haziran ayında güneşin altında kalan dondurma gibi eriyor. İran halkı, karanlık rejime karşı bir güneş doğuruyor. Bu güneş, tüm aydınlıklar gibi maalesef kanla ve acıyla doğuyor. 1979’da devrimi çalınan İran halkının, bu kez de karanlıktan çıkarken uçurumdan düşmemesi için aydınların sorumluluk alması gerekiyor. Başta bizim soydaşlarımız olan Türklerin ve İran’daki tüm etnik, dini grupların temel hak ve özgürlüklerine kavuşacağı bir temel üzerinde yeni bir İran kurgulanması gerekiyor.
Çağın gerisinde kalmak için direnildiğinde, çağdaşlaşmak için olağanüstü süreçler gerekir. Muhafazakarlık; sosyal evrime direnmektir. Evrime direnilirse de devrim şart olur.
*Gökşen Anıl Ulukuş, Ankara merkezli HürTürk Platformunun başkanlığını yapmaktadır. Kemalist ve Milliyetçi çizgide faaliyet yürüten HürTürk Platformu, başta Güney Azerbaycan Türkleri olmak üzere Türk Dünyasının birçok bölgesi ile yakından ilgilenmektedir. Platformun başkanı Gökşen Anıl Ulukuş, Güney Azerbaycanlıların faaliyetlerine doğrudan katılım göstermektedir. Gökşen Anıl Ulukuş, İrana yaptığı bir araştırma ziyaretinde Güney Azerbaycan’a gösterdiği hassasiyet sebebiyle 2018 yılında İran güvenlik güçleri tarafından alıkonulmuştur. 2020 yılında Suriye’deki Türkmenler için yardım faaliyeti gerçekleştirmiş, ardından aynı yıl Karabağ’ı özgürleştirme operasyonu yapan Azerbaycan ordusuna teslim edilmek üzere Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden yardım götürmüştür. HürTürk Platformu 2021 yılından beri birçok panel ve anma toplantısına da ev sahipliği yapmıştır.
Bir yanıt bırakın